07 Ekim tarihinde MCT Danışmanlık tarafından gerçekleştirilen, teması “Akılcı Yönetimde Sadelik” olan yeni nesil değişen yönetim paradigmalarının ele alındığı Haute Couture’16 ya katıldım.
MCT Danışmanlık’ın tıpkı moda dünyasına yön veren bir defile mantığıyla iş ortakları ve İnsan Kaynakları profesyonellerini bir araya getirdiği bir platform olan Haute Couture, gelişim ve danışmanlık çözümlerinin kısa sunumlarının yapılıp, hizmetlerde kullanılan yeni araçların tanıtıldığı bir etkinlik. Son derece titizlikle hazırlandığı anlaşılan bu etkinlikte ilham veren, bilgilendirici ve paylaşımcı şekilde çok sayıda oturum izlenebildi.
Aldığım notlarımı yorumlarımla karışık şekilde paylaşıyorum :
Ülkemizde yönetim gelişim programlarının en büyük darboğazlarından birinin Liderlik mi Yönetim mi çelişkisinin olduğunu görüyoruz.
Liderlik popüler bir etiket olduğu için tercih ediliyor.
Ancak bu noktada bir dilemma var. Liderlik kişinin kendisi ile ilgilidir. Kendi yorumlaması, farkındalığı ve algısı ile paralel gelişip evrilen bir süreç. Dolayısıyla ülkemizdeki liderlik programlarının en büyük handikapları arasında yönetici adaylarına ve yöneticilere temel yönetim eğitimleri vermek yer almakta.
Liderlik programları, “kişisel algı”ya hitap ederek başarılı şekilde işletilebilir. Diğer türlü sadece yönetim becerilerine odaklı olmaktan öteye gidemeyecektir. Yeni nesil akılcı ve sade iş stilleri önümüzdeki yıllarda bunu şart koşmakta. Bunun en güzel görsel örneğini Tanyer Sönmezer sunumunda, Formula 1 yarışlarının 1950’de 67 sn. süren pitstop süresi ile 2013 Mellborne’de sadece 4 sn süren pitstop süresine değinerek verdi. (Bkz.Video 🙂 )
Keza şirketlerin de durumları tıpkı bu örnekti gibi.
Bundan 50 yıl öncenin hızı, kavrayışı, bakış açısı ve başarı algısı, günümüzdeki gibi değil.
Günümüzdeki algı da, belki 10 yıl sonra bile geçerli olmayacak!
Her yıl yöneticiler kendi yönetim becerilerini geliştiremedikleri için şirketlerini başarısızlığa uğratıyorlar. Yöneticilik rollerini tam olarak bilmemeleri de başka bir handikap.
Didem Tekay konuşmasında; kendi aklına kazınan bir kavramı örnek verdi. “Yönetici adaylarını hormonlamak”. Bu tanım benim de çok hoşuma gitti açıkçası 🙂 Bu tanım şu anlama geliyor; yönetici adaylarımızı bir çok eğitime alıyoruz ancak gerçek yöneticiliği göstermelerini istediğimizde kaldıklarını görüyoruz. Çünkü eğitimlerle yönetici olunmaz. Bazı kaslarınız gelişir bu inkar edilemez ancak alınan eğitimin tek başına bir yönetici adayını, tam anlamıyla yönetici yapmaz. Gerçek olayların içinde aldığı tavır, olayları ve durumları ele alışı, bakış açısı, tavrı ve tarzı onu bir yönetici yapar.
Günümüzde yönetim paradigmaları değişti.
İçinde bulunduğumuz iş dünyasının kuralları bulunduğu döneme göre şekilleniyor.
2006-2014 yılları arasında yetkinliklere bağlı olan yönetim gelişim çözümleri, 2015-2020 yılları arasında sistem ve süreçlerle entegre olacak olan iş (süreç) ve insan (davranış) dengesi üzerine konumlanacak.
Bir yöneticinin çalıştığı şirkette, o şirket için taşıdığı bir “vizyonu” olmalı. Kaldı ki, hayatın anlamı üzerine düşünemeyen hatta düşünmeyen yönetici ilham veremez. Yönetim adına etkileyici bir gelişim gösteremez. Bu nedenle değişim, sadece şirketler için değildir. Değişim, değişimin nasıl daha etkin hedefler üzerine belirlenebileceğine kafa yoran ve değişime ayak uyduran yöneticiler için de gerekli ve önceliklidir. Hayattaki misyonumuz, bizim anlam duygumuzdur. Bulunduğumuz yeri, yaptığımız işi bizim için anlamlı kılan şey, ona atfettiğimiz değer. Çalıştığımız kurum, kendi kişisel anlam algımız ve değerlerimiz ile uyumlu oldukça başarılı olmak katsayımız artıyor.
Geçmişte “performans” ı değerlendirmek önemli iken, günümüzden geçerli olmak üzere gelecekte “geleceğe yatırım bakış açısı” nı değerlendirmek önem kazanacak. Geleceğin en kritik konuları;
1.sırada Liderlik ve Yetenek Yönetimi
2.sırada Bağlılık ve Kültür
Bir çok şirkette, değişimle yakından uzaktan ilgisi olmayan, işimi yapayım paramı alayım diyen ve bırakın geleceği günümüzün yönetim paradigmaları hakkında fikri ve/veya vizyonu olmayan pek çok yönetici kılıklı çalışan var.
Başarıya ulaşmak odak/beceri ve istek istiyor.
İçinde duygu olmayan hedefler hayata geçemiyor ve hedefler rasyonel kararlar ile desteklenemiyorsa gerçekleşemiyor. Çünkü başarı, bisiklete binmek gibi. Bu örnekte beni çok etkiledi. Çünkü düşüncelerimiz duygularımızı oluşturuyor, duygu durumumuz ise hayatımızı şekillendiriyor. Üç halimizin (Düşünce + Duygu + Durum) birlik içinde olması bizi “bütünlüğe” taşıyor.
En önemli hakikat, kişinin kendi hakkında bilgi sahibi olması. Bir insan önce amacını hayal edebilmeli. Bu nokta aklıma Prof.D’Anna’nın amacın, bir ayrımcılık bilincine sahip olmak demek olduğunu ve hayatımızda neyin gerekli olduğunu, neyin gereksiz olduğunu bilmek demek olduğunu anlattığı anagram getirdi. Buna göre;
İngilizcede “Aim” (Amaç) sözcüğünün “I am” (Ben) sözcüğünün anagramı olması sembolik.
Bu nedenden dolayı, ”Who am I?” (Ben kimim?) varoluşsal sorusuna şu cevabı verebiliriz:
“I am my aim” (Ben, amacımım)
Etkinliğin sonunda dinlediğimiz, Mimar Sinan dehasını “Işıkla yazılsın sonsuza adım” kitabında anlatan yazar Mehmet Coral’ın konuşmasına bayıldım. Çünkü; bilenin, bilmeyene borcu vardır bu dünyada. Ruhsal zekayı ele aldığım kitabım Ruh’unla Düşün‘de dehasını ve ruhsal kapasite sınırlarını zaman zaman örnek verdiğim Mimar Sinan’ın sahip olduğu yeteneği anlatırken Coral, Sinan’ın ruhsal zekasını anlatıyordu. Ruhsal Zeka (SQ) tanımını kullanmasa da…Çünkü, her meşrebin bir istidatı vardır. Bu istidatın çoğunluğu doğal kaynaktan gelirken, çok azı dışarıdan olan etkenlerle (eğitim, öğrenim, okul vs) şekillendir.
Çünkü kimse kendinden, kendi oluşundan daha yüksek bir hayale sahip olamaz.
Bir liderin kendi varoluşunu/amacını bilmesi ise kişinin amacı ile bir olmasını sağlar. Bu ise, kendi amaçlarına adanmışlığı getirir. Adanmışlık ise, yukarıda bahsedilen ve belki de yüzyıllar boyunca hiç değişmeyecek olan gerçeğe çıkarır bizi; “Liderlik özsel bir süreç ve içsel bir farklılıktır.”
MCT Danışmanlık’a nazik davetleri için teşekkür ediyorum.
Banu Çakar
Yorum Yapılmamış