Bundan bir kaç ay önce bu konuda bir yazı yazmayı planladığımı aktarmıştım 🙂 Kısmet bu tarihe oldu.
Hepiniz şahit olmuşsunuz veya denk gelmişsinizdir bir yerlerde. Türlü eğitimler verenler, konuşma yapanlar, danışmanlar vs.
Herkes bir şeyin ya da bir şeylerin eğitmeni olmuş; herkes bir şeylerin konuşmasını yapan olmuş; herkes bir şeylerin danışmanı olmuş !
Olmuş da, nasıl olmuş?
Hiç bir şey dışarıdan göründüğü gibi değildir sevgili okuyucularım. Dışarıdan parlak görünen pek çok şeyin içeride kan revan içinde kalan ve ağır ağır zorla dönen çarkları vardır.
Ben kendi gözlemlerimi ve dikkatimi çekenleri şu şekilde sıralayacağım:
- Eğitimlerini “küçük bir havuz kenarında” yapan, “eğitimimizde görüyorsunuz özgürlük var, ohh mis” diye aktarıyor. Özgürlük !? Çapı max 3-5 metrekare olan havuz kenarı videosu paylaştığında, bunu özgürlük ve özgür ortam olarak tanımlayan zihniyet,
- Eğitimlerine sadece “hoş bir sada” olsun diye bir neyzen getirten bir taksim çaldıran, ancak gelelim ve görelim ki, “NEY” tasavvufun en önemli simgelerinden biri, dolayısıyla amacına uygun kullanmak gerekiyor bu kıymetli simgeyi. Ne tasavvufla ne de kavramları ile yakından uzaktan ilişkili olmadan sadece eğitimde “neyzen çaldı nasıl rahatladık, süperdi ya” primini almayı hesaplayan zihniyet, (Not : Bu arada ney çalınmaz, üflenir!)
- Eğitimlerinde, bahsi bol keseden geçen, “farkındalık”, “bütünlük”, “üçüncü göz” vb gibi kavramların, kendi hayatlarında ne derece uygulandığını tam olarak anlayamadığımız zihniyet,
- Kurumlara, daha çok eğitim satabilmek için adeta mobbing’in hem açığını hem örtülüsünü yapan zihniyet ve bu kişilerden nedenlerini kendilerinin de bilmediği şekilde eğitim satın alan kurum yetkilileri,
- Eğitim programı satarken, hayli iddialı (!) bedel etiketleri koyan amma velakin ilgili programda yer alan eğitime/eğitmenlere son derece komik bir rakam öneren, işin acı tarafı da bu ücrete anlaştığı eğitmene bu komik ücreti de adeta kanırta kanırta zar zor ödeyen zihniyet,
- İçi dışı bir olmaktan, idealden, beyinden, hücreden giren, nefesten, bir olana bağlanmaya, düşleyelim, inanalım da varan yolda, kendi bütünlüğünden kapalı kapılar ardında kendinin dahi haberi olup olmadığı belli olmayan zihniyet,
- İş etikten, idealinden, lider şunu yapar bunu yapar diye anlatırken, kendi çalışma çevresinde ve ilişkilerinde piyasa repütasyonu, “onu tanıyan kime sorsan bilir” olacak kadar yorumsuz ! olan zihniyet,
- Güya parlak eğitmenim, danışmanım diye kendini pazarlarken, çalışanlarının maaşlarını türlü sebepler öne sürerek her ay gecikmeli ödeyen zihniyet,
- Sahnede ailemizin parlak çocuğu olan, sahneden inince “bana bak buraların ağası paşası benim” algısını sergilemekten imtina etmeyen zihniyet,
- Lafları çok iyi çevirmesinden kaynaklanan yüksek oranda farkında olmadan maruz kalınan manipülasyon nedeniyle neredeyse “süper bir eğitimdi, hayallerimin peşinden gideceğim” cümlesini söyleten zihniyet, (Ancak bunu söyleyen kişinin nereye, nasıl, ne şekilde gidebileceği ile ilgili %50 yi aşan oranda maalesef ki fikrinin olmadığını, eğer şanslı ise bunu çok geç olmadan farkettiğini belirtmeden geçmeyelim)
- Mutlu hayat nedir, Hayatın anlamı nedir, içsel mutluluk nerde oraya koşalım, içsel ekonomini düzelt, şakır şakır para aksın sana(!), Lider risk alır mı almaz mı, düşleyelim, yücelerle yaşayalım (!), Ben kimim, Bütünsel olalım, sevelim, sevilelim vb soruların-konuların cevapları hiç bir eğitimin ve eğitmenin verebileceği cevaplar değildir. Bunlar sadece çok okuyan, araştıran, bilinçli bir yolcunun, yolundaki duraklarıdır. Kişi denmek istenen bu türlü şeyleri, dinlemeli ancak kendi süzgecinden, bilincinden geçirmeden kabul etmemelidir. Bu manipülatif yanılsamaları doğru ayırd edebilmesi için de okuyan, araştıran, bilgili bir kişi olması şarttır. Şarttır ki, kimin eğitmen, kimin danışman, kimin ne olduğunu az çok yorumlayıp anlayabilsin.
Ne anlatıyorsanız, önce siz o anlattığınız şeyin “naçizane” yolunda olmalısınız.
Siz İzmir’e gidişi anlatıp dururken, İzmir görünümlü Ankara otobüsünde yol alıyorsanız, İzmir’e gidişi anlatmanız ne bir işe yarar ne de inandırıcı olur.
Kıssadan hisse şudur ki, eğitimin bir arasına şöyle alevli malevli bir soslu makarna ikramını, operayı ya da neyzen taksimi yerleştirseniz bile çok değerli çakma gurular, siz ne bir aşçısınız ne de bir sufi.
Not: Bu yazımda, işini her yerde her zaman olduğu gibi hakkıyla, layıkıyla, gerçek akıl ve alın teri-emeğiyle yapan, bilginin gerçek sahibi olma yolunda tevazu ile ekmeğinin peşinde olan değerleri imtina ediyorum.
Tüm bu bahsi geçen noktalarda da, elmayı ve portakalı ayırd edebilmekte kurum ik ve eğitim yetkililerine önemli iş düşüyor. Yoksa elma diye aldığınız içinden bir bakmışsınız portakal çıkmış 🙂
Yorum Yapılmamış