Her insanın bir davranış zekası vardır.

Batılı insan, içgüdülerini tatmin etmeyi, isteklerini gidermeyi önemsemektedir. Batının zevkçiliği bir öğreti olarak sunması, arzuları kutsallaştıran ve adeta kendine tapan bireyler ortaya çıkarmıştır. Bu da sosyal normları çiğneyen, kendi çıkarı için toplumdaki ahengi bozan kişilerin artmasına yol açmıştır.

Doğu öğretilerinin psikolojik hedefi ise, insandaki olgun erdemleri tatmin etmekle onu olumlu duygular yaşamaya sevk etmesidir. Doğu öğretileri, ruhun yüksek erdemlerini bulmaya ve bulduklarını yaşamaya çalışmaktadır.

Batı değerleri, arzu ve şehveti destekleyen, şahsi menfaatleri önemseyen bir anlayış getiriyordu. Doğu değerleri, vicdanı yani iç hesaplaşmayı önemseyen bir yapıya sahipken, Batılı felsefe kendi çıkarını kutsallaştırdığı için kendisini başkasının iyiliğini düşünmek zorunda hissetmemektedir.

Bir insanın kendini tanımasının yolu, duygusal analiz yapmaktan geçer. Eğer ordu karşı tarafın imkanlarını, askerlerini, kabiliyetlerini çok iyi bildiği halde kendi ordusunu tanımazsa büyük bir ihtimalle yenilir. İnsanın günlük hayatta doğru kararlar vermesi ve en makul seçenekleri bulması, hem kendisinin hem de muhatabının özelliklerini çok iyi bilmesiyle mümkündür. Yalnız bunun için duygusal bilgi ve verilerin yeterli düzeyde olması gerekir. Sözel olmayan emosyonel bilgiler, söz altı vurgulardan oluşan manaları kapsar. İnsan iletişiminde ve kendini tanımada kelimelerin payı ancak dörtte birdir. Yine kendi bilincine varmanın dörtte birini düşünceler, dörtte üçünü ise olumlu ve olumsuz taraflarıyla duygular oluşturur.

Duygu sözcüğünün İngilizcedeki karşılığı “emotion” dır. Emotion’ın Latince kökenine baktığımızda “motion” kelimesinin “hareket” anlamına geldiğini, “e” harfinin ise “ex” yani “dışarı hareket” manasını taşıdığını görürüz. Yani “emotion” bir insanın kendisinde olanları dışarı yansıtmasını ifade eder. Bu da göstermektedir ki, duygu olmadan insanın kendisini anlatması mümkün değildir. Bu durumu şöyle düşünebiliriz :

Bir arabanın farklı parçaları vardır. Mesela direksiyonu, motoru, gaz pedalı mevcuttur. Motor araca hareket verip onu çalıştırırken, direksiyon aracı yönetir. İşte beynin sağ lobu motor gibidir, enerji ve hareket sağlar. Sol beyin ise direksiyon gibidir, arabanın hangi yöne gideceğini belirler. Otomobilin şoförü de ön beyindir. İkisini birden idare eder.

İnsanlar özgürdür, fakat genlerinin izin verdiği kadar. Duygularının sınırlarını genler belirler.

İnsanda diğer canlılardan farklı olarak “metakognüsyon genleri” denilen dört genden bahsedilmektedir. Bunlardan birincisi, varoluş kavramıyla ilgilidir. Kendi varoluşunun farkına varan tek varlık insandır. İnsan dışında yaratılmış hiçbir canlı “Ben kimim?, Nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularını sormaz. İkinci gen, yeniliği aramayla ilgilidir. Bu da kişinin yeni anlamlara, yeni fikirlere ve yeni deneyimlere açık olduğunu ifade eder. Üçüncü genetik program, anlamlılıkla ilgilidir. İnsan, diğer canlılarda olmayan her şeyin hikmetini araştırmak gibi bir kabiliyet mevcuttur. Dördüncü metakognüsyon geni de, zaman kavramına ilişkindir. Yaratılmış canlılar içinde bir tek insan geçmişi ve geleceği düşünür. Diğer canlılar sadece anı yaşarlar. Oysa insanda geçmişle ilgili “keşke”ler, gelecekle ilgili “acaba”lar çoktur. Biz stratejik düşünür, geleceğe dair planlar yaparız.

Şanslı olarak nitelendirilen kişileri, düşüncelerine duygu katmış insanlar olarak da tanımlayabiliriz. Bu kişiler, çoğunlukla “duygusal mantık” la davranırlar. Akıl, işte bu noktada devreye girer. Aklın yüksek kullanımında duyguları göz ardı etmek, onu yarım bırakmak demektir. İnsanın düşüncelerine duygu katmayı başarması, stratejik düşünme yeteneği ile ortaya çıkar. Bunun için kişi plan yapmalı, kendine zor sorular sormalı ve bazı konularda gerekirse acı çekmeyi göze almalıdır. Tehlikeden çekinen, stratejik düşünceden yoksun kimse ezberlediği yoldan gider. Oysa amacına uygun orijinal düşünceler üretenler, güçlükten kaçmayan insanlardır. Cevabı zor sorular sorarlar.

Düşüncenin kişiliğe dönüşmesi için ortalama altı ay geçmesi lazımdır. Düşünceye duygu katmadan onun davranış halini alması beklenemez. Bir insan fikirlerinin doğru olduğunu bilse de onlara duygusal boyut katmadığında hayata ve uygulamaya geçirmesi zordur. Bir fikrin inanç olması demek, onun gönülden tasdik edilmesi demektir. “İnanç”, bir nevi bilgisayarın “enter” tuşuna basmaktır. Bilgisayara pekç çok bilgi yazarız ama onlar bize ait değildir. Çünkü henüz hafızaya alınmamıştır. “Enter” tuşuna basarak, onu “save” durumuna getirir yani kaydederiz. İnsan, “bu bilgiyi sahiplenmeliyim” dediğinde öğrendikleri hafızaya geçer. Duygu kalıplarının yani inançların oluşması için bilgi temelli kabul edişler olması önemlidir. Eğer inançlar, önyargı veya tutku şeklinde kabul edişler ise insanı yanlış temel üzerine oturtan bir kişilik yapısına büründürebilir.

 

Kaynak – Alıntı : Prof.Dr.Nevzat Tarhan / Duyguların Dili

Yorum Yapılmamış

Yorum Yaz