Masanın ayakları sağlam olacak. Gerisi ıvır zıvır, gerisi teferruat…

Her insan bir dünya…

Sana benzemiyor diye hiç kimseyi yargılayamazsın, suçlayamazsın veya yadırgayamazsın. Ama saygı göstermek zorundasın. 

Çünkü bizler birbirimize karşı saygılı olmak zorundayız. Buna son nefesimize kadar mecburuz şu Dünya’da…

Kimse kimseye benzemek zorunda değil.

Herkes bir dünya…

Kimine doğru gelen, kimine gelmez. Kiminin yanlış bulduğunu kimi bulmaz. Kiminin hoşlandığından kimisi hoşlanmaz. 

Kimse kimseyi kendisine benzemiyor diye herhangi bir şeye zorlama veya kınama, suçlama hakkına sahip değildir. İşte o noktada nurtopu gibi bir problem vardır. 

Burada önemli olan karşındaki insanı kabullenebilmek, saygı gösterebilmek ve bir ilişki varsa (-bu hem özel, hem iş, hem aile ilişkisi…vs. olabilir-) asgari müştereklerde uyum sağlayabilmektir. Gerisi masanın üstüne konacak örtüdür, süstür, ıvırdır, zıvırdır. Önce masanın ayaklarını sağlama almak gerekir. Bunlar mutlu ve sağlıklı bir ilişki için kabullenilmesi ve anlaşılması gereken asgari müştereklerdir.

Bunlar nelerdir? Bunlar, ortak değerler, zevkler, bakış açıları, birinin ak gördüğünü diğerinin hadi ak değilse de akın farklı tonlarında görebilmesidir. Birinin ak gördüğünü diğerinin kara görmemesidir. Birinin ak dediğine öteki kara derse o ilişki ağzınla kuş tutsan, hiçbir yere varmaz, hiçbir yere evrilmez. Olduğu yerde kalır, biter gider. 

Birlikte dalga geçip, birlikte eğlenemiyorsanız o ilişkide bir adım ötesi yoktur. Beraber dalga geçebilmek büyük lükstür. Büyük ve kıymetli bir nimettir. Bu gözlerin gördüğünün aynı olduğunu gösterir. Çünkü bir ilişkiyi bencillikle sarmalanmış alınganlık zehirler. Her istediği olsun isteyen, olmayınca da bozulan, küsen, suçlayan, alınan kişi için mutlu ve sağlıklı gerçek bir ilişki yaşama isteği sadece lafta kalır!

Her insan bir dünya…

Ve her insan yalnız aslında. Bu yazımı sanırım Merkür gerilemesinden ve ona ilave olan dolunayyyy etkisi ile depreşen türlü duygularımdan dolayı depresif kaleme alıyorum ama varsın olsun paşa gönlüm böyle istedi. Bir şeyleri anlatmaya çalışmaktan sıkılmış olduğumu fark ettim.

Fonda Zerrin Özer ve çok sevdiğim şarkısı, “Hey benim paşa gönlüm, yılları çürüttün mü, bunca yılın sonunda kendini büyüttün mü?”

Hatırladınız mı bu şarkıyı ya da bilir misiniz? Güzel şarkıdır, ben çok severim. Ayrıca şu yazıyı yazdıran halet-i ruhiyeme uygundur.

İnsanın sevdiklerine kendisini anlatması gerekmemeli denilse de ben buna hem katılıyor hem katılmıyorum. Çünkü bazen ne kadar sevseniz de, anlatmadan, duygularınızı paylaşmadan iletişim sağlayamayacağınız bir gerçektir. Ama bazen de konuşmadan, konuşmaya bile gerek duymadan anlaşılmak ister insan. İşte dediğim böyle bir şey. Onun için de sizi gözbebeklerinizden yakalayan insanlarınız olmalı. Yoksa atalım kendimizi…

Ünlü yazar Haruki Murakami 1Q84 romanında diyor ki; 

“Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir.”

Ben bazı hal ve tavırlardan sıkılmışım hayatımda bunu çok net görüyorum. Gördüğüm yetmiyor bakınız buradan da söylüyorum. Hani diyorlar ya, kişisel geliştirmeci gurular, sen değişirsen dünya değişir falan, sen bakış açını değiştir falan. Yok o iş öyle değil…

Elbette insan bilerek ve isteyerek göz göre göre kendini üzmeyecek, zorlamayacak ama sıkıldığı ve hoşlanmadığı tavırları söyleyecek. İçinde bırakmayacak. Çünkü insan kendine en büyük kötülüğü bu şekilde yapıyor. Ve bunu sandığımızdan ve bildiğimizden çok ama çok fazla insan yapıyor! Çünkü diğer türlüsü pek yemiyor!

Ben ne yapıyorum diye merak edenlere hemen cevap vereyim efenim; bazen evet yemiyor, bazen tadından yenmiyor, bazen de parça tesirli patlayınca fena patlıyor!

Sonuç; tamamen duygusal Merkür gerilemesi…

Hey gidi benim paşalar paşası gönlüm…

Yorum Yapılmamış

Yorum Yaz