Yaş yavaş yavaş kemale erdikçe erkeklerin de acı çektiğini, hatta çok korktuklarını, bazen çok sevdiklerini, bazen küçük bir çocuktan daha çocuk olduklarını artık daha iyi anlayabiliyorum. Kendilerini korusalar da, o sert ifadeleri yüzlerine geçirseler de bazen incecik bir cam kadar naif ve kırılgan olabildiklerini daha iyi anlayabiliyorum. Bazı sözlerin yüreklerini çok derinden yaralayabildiğini bazen de sözleriyle yaralayabildiklerini…
Artık daha iyi anlıyorum;
Bu yaraların bazen zor sarıldığını, bazen durmadan kanadığını bazen de pansumana ihtiyaç duyduklarını. Bazen kalplerinin kırıldığını, ama sağlam kırıldığını ve o an onların da paramparça olan bir antika vazo gibi acı ile tüm yaşanmışlıklarla paramparça olduklarını, olabildiklerini…
Bazen çok sevdiklerini, hiçbir şeyin buna engel olamadığını, olamayacağını. Bazen de yalnızlık biriktirdiklerini buna da hiçbir şeyin engel olamadığını, olamayacağını daha iyi anlıyorum.
Bazen kendilerini çok iyi sakladıklarını, üzüldüklerini fakat göstermediklerini, bunu paylaşmak istemediklerini. Onları daha iyi fark ediyorum şimdi, yaşama onların gözüyle de bakmaya çalışıyorum. “Erkeklik zor zanaat”! Baştan belli mavi patiklilerin görevleri, çünkü adeta dikte edilmiş onlara neler hissetmeleri gerektiği.
Erkekler kırılgandır aslında, (-genellikle kadınlar kadar da güçlü değiller-) bazen daha fazla yara alırlar.
Erkekler hassastır aslında, genellikle saklarlar, göstermek istemezler, paylaşmayı ekseriyetle sevmezler, bazen hiç göremezsiniz bazen de bazı anlarda saniyelerle yakalarsınız.
Erkekler duygusaldır aslında, genellikle ciddi ve aldırmaz bir tavır sindirirler üstlerine ve bu tavırla kendilerini koruduklarını sanırlar ne de olsa çekmişlerdir bariyerlerini kimse görmez onları orda.
Erkekler ağlarlar aslında, genellikle o anlarında kimse yoktur yanlarında, mutsuzlukları sadece kendilerinindir – burada da sahiplenirler ama bu sefer gözyaşlarını- kimseyi ilgilendirmez der sadece kendileri için kendilerine ağlarlar. Hayatlarına ağlarlar tüm kalpleri ile haykırırlar. Belki anneleri görür sarar onları, belki sevgilileri ya da eşleri görür sarar onları, belki de kimse görmez sarmaz onları.
Erkekler severler aslında, genellikle “belli etme, havalanıp kendini bir şey sanmasın oğlum, verme dizginleri eline” diyen anlayışlar sarmıştır etraflarını, aşık olduklarını, sevdiklerini göstermek bir zayıflık gibi görünse de bazen onlara, erkekler sever aslında. Bazen derinden daha derin, bazen deliden daha deli.
Erkekler…
Sadece kendileri olmaları yeter, fark etmeleri yeter. Kendi kalplerinden ve duygularından kaçmadan, kendi hayatlarında saklanmadan, tek ayak üstünde kırk takla atarak yalan söylemeye çalışmadan (-ki zaten beceremiyorlar-) sadece kendileri gibi olmaları yeter. Gerçek bir adam gibi, gerçek bir yürek gibi.
Kendilerini gizlemek, duygularını saklamak için gösterdikleri onca çabayı, kendilerini anlamak için gösterdiklerinde ve gerçeklerini paylaşmanın asıl önemli olduğunu anladıklarında bunun için asıl uğraşı verdiklerinde kendilerini daha iyi tanıyacaklar. Asıl güçleri o zaman ortaya çıkacak ve kendilerini kuşatacak.
En çok şaşıran da kendileri olacak. Güç dediklerinin ne olduğunu, bunu şimdiye kadar nerede aradıklarını anladıklarında onca zaman nasıl yanıldıklarını fark edecekler. Çünkü asıl güçleri kendi yüreklerinin içinde, kalplerinde saklı da ondan.
Çünkü onları seven koşullara rağmen her zaman sevecek. Onlara inanan her zaman inanacak ve onları terk eden de her zaman her koşulda terk edecek.
Onun için sayın beyler, siz sadece kendiniz olun, varsın yanınıza kalan sadece bu olsun.
Yorum Yapılmamış