Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir !
İnsan denilen varlığın herhangi bir şeyi “yaratma” ya muktedirliği var mıdır?
Bu üzerinde tartışılan bir konu. Çünkü islam bilimci veya tasavvuf ehillerine sorarsanız alacağınız cevaplar açıktır. İnsanın bir şeyi yoktan var etme kudreti yoktur. İnsan Dünya’yı yaratmamıştır. Hele henüz sırrını bile tam olarak çözemediği galaksiyi ise hiç yaratmamıştır. İnsan, adına “uzay” denilen ebedi zaman içinde kendi varlığını sürüp gitmekte ve biçilen ömrünü yaşayıp tamamlamaktadır.
İnsan denilen varlığın, kendisine bahşedilen akıl, zeka ve yetenek çerçevesinde (-ki insanın ne kadar akıllı olursa olsun bazen bir adım ötesine geçmeyi dimağının alamayacağı olaylar/durumlar vardır-), keşfetmesine izin verilen sınırlar içinde bir şeyleri düşünüp, hesap kitap ve buluş yaparak meydana getirmiş olduklarından söz edebiliriz. Bunlara keşif, buluş/icat…vs diyebiliriz.
“Yeni bir şey oluşturmak” ve “Yoktan var etmek” arasındaki farka bakalım:
Keşfetmek, esasen varolan herhangi bir şeyin farkına varmaktır. Onu bulmak ve hakkında öğrenmektir. İcat etmek ise, belirli kurallar, matematik, atom, fizik, mühendislik, psikoloji…vb disiplinlerden yararlanarak herhangi bir konuda yeni bir şey meydana getirmek veya kavratıcı, kolaylaştırıcı bir sistem/mekanizma/cihaz/düşünce bulmak/oluşturmaktır. Bu “Yeni bir şey oluşturmak”tır. Buna yoktan varetme anlamına gelen bir muktedirlik diyemeyiz. Bu yazı konumda değindiğim “yaratma” fiilini ben bu şekilde yorumlamamaktayım.
Özellikle kuantum ya da secret inancındaki yaratımla yoktan yaratmanın karıştırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Kuantum çok genel olarak, benzerin benzeri çekmesi ile ilgili bir fizik disiplinidir. Secret ise (-ki okumayan kalmadı sanırım-) Mevlana’nın yüzyıllar önce hatta pek tabii ki sadece Mevlana değil, Lao Tzu’nun, Bektaşi’nin, Buddha’nın…vs söylediklerinin milyonlarca insanla daha basit ifadelerle buluşmasıdır. Sokrates’e göre biz evrenin arkesini(arkhe) bilemeyiz, hem bilsek bile bunun bize bir faydası yoktur. O halde biz kendimizi bilebiliriz, kendimizi bilmek bir ahlak felsefesidir. Kaldı ki, adına secret denilen şey, hayatın kendisidir, pozitif psikolojidir. Nitekim tasavvufta bulunan vahdet-i şuhud ve vahdet-i vücud anlayışları “yaratma – yaratan – yaratılan” kavramlarını ifade etmektedir. Not: Arkhe, Yunancada “başlangıç”, “ilk” demektir.
Her insan tüm bunları kavrayamaz bu net bir gerçektir. Ancak öğrenmek ve anlayabilmek için çaba gösteren beşerde takdire şayandır. Ki beşerlerin akıl düzeyleri farklıdır. Mesnevi’de şöyle bahsedilir:
İki türlü akıl vardır. Birincisi kazanma ile elde edilen akıldır ki, mektepte çocuğun öğrendiği gibi öğrenirsin (Mesnevi IV:1960). Öteki akıl Hak vergisidir. Onun kaynağı taa candadır (Mesnevi IV:1963).
Mevlana aklı, külli ve cüzi akıl olmak üzere ikiye ayırır. Külli akıl peygamberlerin aklıdır. Onlar dünyaya gelmeden önce her şey öğretilmiştir. O yüzden peygamberler ümmidir ve onların okuma yazma bilmelerine gerek yoktur. Cüz’i akıl ise sıradan insanların aklıdır. Yine ona göre iman ve utanma akıl sayesinde mümkündür. Eğer akıl yoksa bu ikisi de yoktur.
Konuyu şu şekilde düşünmenizi rica ediyorum;
İnsan, Dünya’da ki hangi doğayı / doğal güzelliği yaratmıştır?
İnsan, Dünya’da ki hiçbir doğal sistematiği içinde olan güzelliği yaratmamıştır. Çünkü böyle bir muktedirliği yoktur. Okyanusları, denizleri, gölleri, gökkuşağını, şelaleleri, kumsalları, ayı, güneşi veya Dünya’ya geldikleri ırmak yatağından kilometrelerce uzaklaşan ancak yumurtlamak için tekrar akıntıya karşı günde 6-7 km yol katederek aynı ırmak yatağını bulan ve orada yumurtlayan somon balıklarını yaratmış mıdır? Yaratabilir mi? Hayır, yaratamayacaktır da! İnsan yani bizler sadece yaşadığımız bu Dünya’yı keşfetmekte ve kullanmaktayız. Üstelik insan kullandıklarını güzelleştirerek veya çirkinleştirerek bunu yapmaktadır.
Onun için ben, “yaratma” fiilinin kullanılmasında hassas ve dikkatli olmayı tercih edenlerdenim. Bu satırları okurken bana muhalefette düşünenler olacaktır.
Düşünmeyin efenim şöyle ki, insan kalbinin ibresi yönünde yaşıyor. Bu kuantumdur. İnsanın hayat sebebi, niyetidir. İyiniyeti ise karşılaştığı olayların sebebi. Kötü niyet ise doğası gereği daha agresif ve aktifdir. İyiliğin ve iyi niyetlerin daha hızlı koşması gerekir.
Allah, sizin şekillerinize ve amellerinize bakmaz, kalbinize ve niyetlerinize bakar (Eflaki I:624-625).
Saflığıdır bir insanın yegane sahip olduğu tanrısal parçası. Saflığın ya da saf kalabilmenin (-“saf” kelimesini aptallık manasında kullanmıyorum-) hiç bir yaşı, koşulu, unvanı, gerekçesi ve cinsiyeti yoktur. Saflıktan utanılmaz, iyi niyetli olmaktan, temiz kalpli/temiz düşünceli olmaktan utanılmaz. Edepli olmaktan çekinilmez. Akıl varsa edep vardır. Çokbilmişlik yük olur insana. Günümüzde bu işler böyle gidiyor. Herkeste bir “kaçın kurası” görüntüsü, “feleğin çemberinden geçmişlik” , “ooo ben neler gördüm geçirdim” hali…
Yalandan suratlar, saklanan ifadeler, yapay duygular. Saflıktır en güzel şey…Güzel düşünün güzel olsun denir ya, bu düşüncenin asıl dayanak ve çıkış noktası tam burasıdır. İyiniyetler karşılığını bulur.
“Mutlaka gönülden gönüle yol vardır derler” (Mesnevi VI.,2555).
Kıssanın hissesi şudur;
Esasen her şey karşılığını bulur. İnsana düşen IQ su üzerine kafa yorduğu kadar SQ su üzerine yani Ruhsal/Vicdani zekası üzerine de kafa yormasıdır. Bahsettiğim “yaratma” fiili nedir, ne değildir işte anlamı tam oradadır.
Bu yazımı yine Mevlana’nın okuduğumda çok ama çok beğendiğim bir sözü ile noktalamak istiyorum:
“İki parmağının ucunu gözlerine koy. Bir şey görebiliyor musun Dünya’dan?
Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir!”
Not: Ruh’unla Düşün ilginizi çekebilir.
Yorum Yapılmamış