Fark etmeye başladığın andan itibaren bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demektir.
Dön bak, düşün bakalım ; hayatında şimdiye dek “fark etmediğin” için anlayamadığın nice mucizeler yaşamışsın?
Hayat ölümlü olan insanın nedenlere sığdıramayacağı kadar son sonsuzdur çünkü…
Sonsuzluğu idrak edebilir misin?
Sonsuzluğu idrak edebilir miyiz, onun hakkını vererek?
Hayatımız, “farkında” olmaya başladığımız anda başlıyor gerçek anlamıyla…
Bu ise hemen isteyince olabilecek bir şey değil. Hayat o kadar güzel törpülüyor ki insanı, hayat o kadar uzta bir marangoz ki, kıymıklarını alıyor, o kadar güzel şekil veriyor ki ellerinde.
Fark etmek bile, ona layık olmanı istiyor. Bekliyor. Bekliyor. Bekliyor.
Hep bir yerlerde pusuda. Duruyor ve öylece bekliyor.
Hatırlıyorum da, eskiden laptop’ım falan yoktu, deflerlerim vardı. Yazardım, yazardım, yazardım.
Aklıma gelir miydi kitap yazmaya yelteneceğim 🙂 Buna cevabım çok net : HAYIR.
Ama bekledi, bekledi ve bekledi.
Bir “an” geldi. Ona layık olduğuma kanaat getirdi ve ortaya çıktı.
Bir umut gibi, bir hayal gibi, bir murad gibi gönlüme ordan da aklıma düştü.
Onu hayal ettim. Elime aldığımı, sayfalarını, sizlerle buluştuğunu…
Ve gerçek oldu.
Fark ettiğim an, “meydana” geldi.
Benim hayatımda, beni ve gidişatımı etkileyen iki yer etmiş kitap vardır. Biri 1999 yılında okuduğum Futuhu’l Ğayb (Abdülkadir Geylani), diğeri ise 2009 yılında okuduğum Tanrılar Okulu (Stefano Elio D’Anna) dur. Hayatımın köşebaşlarında karşılaştığım, kendimce önemli saydığım kilometre taşlarımı oluşturan kitaplarım…
Bundan seneler önce tesadüflere inanmadığım gibi, o kitapları da alıp okumam tesadüf değildi.
“Kimse kendi oluşundan daha yüksek bir hayale sahip olamaz”
Nedensiz olabilir mi?
Buna nedensiz diyemeyecek kadar yol aldım. İyi ki de aldım. Geriye dönüp baktığımda beni üzen, kıran, haksızlık eden veya bir şekilde keyfimi kaçıran ne varsa, beni ne güzel büyütmüş. Geçen sene bu ayda, kitabım baskıdaydı. Ben ise farklı duygularda…
Nasip eden şükürler olsun ki, hayalim gerçek oldu. Ve kitabımı elime aldım.
Hayatın sırrı bence sadece “dua” dadır. Samimiyettedir. Samimi olarak kalbini onu yaratana açan insan, eninde sonunda armağanlarla karşılaşacaktır. Tam bir yıl önce bu zamanlarda, kitabım Ruh’unla Düşün doğmaya hazırlanıyordu. Ama ne yazık ki, sizlerle raflarda pek buluşamadı yayınevinden kaynaklanan bazı sebeplerle. Bunlar beni üzdü mü? Evet. Okuyucularım çok iyi bilir ki, her zaman samimi olmaya gayret ettim. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Parmaklarımdan süzülenleri yazdıran, elbet daha nice kitaplar yazdırır. İnsan bildiklerini hayatın içine karıştırıp yoğurunca o hamurdan ortaya güzel şeyler çıkıyor. Tecrübeler insana ve ürettiklerine tat katıyor. Bana da öyle 🙂 Sizlerle kitaplarımı daha fazla ve kolay buluşturabilmek ve eserlerime hak ettikleri saygıyı vermek için Ceres yayınları ile yaptığım sözleşmemi sonlandırdım. Bu emeğimin ve bundan sonra sizinle buluşturmak istediğim halihazırda üzerinde çalışmaya başladığım diğer kitabımın da, daha doğru bir yayınevinde layık olduğu değeri göreceğine ve emeğe saygı gösterileceğine inanıyorum. Ötesi buna eminim.
Aklıma tam da bu noktada Stallone’nin hikayesi geldi 🙂
ABD’li aktör S. Stallone, kendisini üne kavuşturan ve dünya rekoru kıran Rocky filmini çekmeden önce elinde kendi yazdığı senaryosu ile bir çok yapımcıyı dolaşıyor ama kimseye beğendiremiyor. Senaryoyu çekebileceğini söyleyen bir yapımcı da Stallone’den aktör olmayacağını düşünüyor, “Filmi yaparım ama sen oynamazsın başkası oynar” diyor. Stallone kabul etmiyor, inatla devam ediyor. Çünkü hem senaryosuna inanıyor hem de iyi bir oyuncu olduğuna. Ve günün birinde işte hepimizin izlediği o efsane Rocky beyazperdeye taşınıyor, Stallone’da ünlü bir aktör oluyor. Sahi zamanında Rocky filmini çekmek istemeyen yapımcılar, film dünya rekoru kırdığında ve Stallone çok sevildiğinde, ne düşünmüşlerdir?
Daha nice kitaplara Banu…
Daha nice kitaplarla sizlerle raflarda, kitapçılarda görüşmek üzere…
Banu Çakar
Yorum Yapılmamış