Geçen günlerde, Nazif Zorlu’nun “Türkiye’de iş beğenmeme var, işçi bulamıyoruz” başlıklı haberine sosyal medyada denk gelmiş olabilirsiniz. Eleman.net’in bu araştırmasına da ve bu gazete haberine de denk gelince bu yazı ortaya çıktı.
Aslında bu çok önemli bir noktanın bir alarmı niteliğinde. Çalışma/Sosyal şartları plaza eşitliğinde olmayan görece daha farklı (-ya da daha mütevazi diyelim-) olan sektörlerde verilen ücretler diğerlerine kıyasla daha yüksektir.
Dışarıda bakınca öyle anlaşılmayabilir ancak ücret dengeleri ile kıyaslandığında, ağır sanayi kuruluşlarında bir uzman seviyesinin ücreti, gösterişli plazalardaki müdür seviyesine denk gelir.
9 yıl boyunca ülkemizin en büyük ağır sanayi kuruluşlarından birinde çalışmış olan biri olarak bunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Bundan 5 sene öncesinde dahi ücret seviyeleri, şimdilerde telaffuz edilenlerden, denk gelen piyasa ederlerinden ortalama %20-%30 daha yüksekti. Çünkü ağır sanayinin zaten doğasında zor olan çalışma koşullarını, nitelikli mavi/beyaz yaka için en cazibeli kılabilecek yanı ücretidir. (Bu belirttiğim sanayinin her kolu için geçerli değildir bunu da unutmamak lazım)
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Eylül 2017 işsizlik rakamlarını açıkladı. TÜİK açıklamasına göre, işsizlik ağustos-eylül-ekim aylarını kapsayan dönemde yüzde 10,6 oldu. İşgücü 2017 yılı Eylül döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 milyon 128 bin kişi arttı.
ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu ve 19 Mayıs Üniversitesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Kezban Çelik’in bu konuda “İşsizlik Yok, İş Beğenmeme var!: Farklı Aktörlerin Gözünden Genç İşsizliği Nedenlerini Anlamak” isimli bir araştırmaları mevcut.
Aljazeera Turk’ün websitesinde okuduğum röportajdan benim dikkatimi çeken taraflar şöyle;
- İşverenler diyor ki; “Burada işin nasıl yapıldığını ben biliyorum, bu işi ben kurdum, yapabileceğimin sınırlarını da biliyorum. Benim istediğim çalışan, buranın belirlenmiş işinde, benimle birlikte, benim kadar, hatta benden daha fazla çalışmalı, sorumlu olmalı, hemen ilk planda ücret sormamalı, sebatkâr olmalı. Ben ne yaptım, düşük ücretle çalıştım, işi öğrendim, para mara demedim. Onlar da gelecekler kaç lira demeyecekler, hafta sonu demeyecekler.” İşverenler çalışanların haklarını değil sorumluluklarını önceliyor, hatırlatıyor. “Hak ettiğine inanırsam, veririm zaten” diyor. İşverenler gençlerden ilk planda fedakâr olmalarını istiyor.
- Gençler bu talepleri, sessiz olma, modern köle olma, çok çalışma gibi tanımlıyorlar.
- Hizmet sektörü işverenleri, “Tabii ki üniversiteli ile çalışmak isterim, ama illâ ki üniversiteli olsun diye bir talebim yok” diyor.
- İşverenler, çok fazla zihinsel emek talep etmiyorlar. Bunun dışında mütevazı, çalışmaya hazır, çabuk yorulmayacak, işi öğrenmek isteyecek, gerektiğinde fazla.
- Gençler, eğitimlerine uygun iş istiyorlar. “Ben ilkokuldan bu yana test çözerek geldim, uzun eğitim aldım, üniversiteye girdim, eğitimime uygun iş arıyorum, başka bir şey de bilmiyorum” diyorlar.
- Gençler, eğitimlerine, diplomalarına uygun, daha masa başı, daha zihinsel becerilerini kullanabilecekleri işler talep ediyorlar. Daha aşağıya da gelmeye razılar ama çalışma koşullarının düzeltilmesi ile razılar. Öncelikle eğitimlilik hallerinin tanınmasını istiyorlar. Bu kadar kıymetsiz hale getirilmesine içerliyorlar.
- Gençler yaratıcı, enerjik, yeniliklere açık olma özelliklerini kullanmak istiyorlar ama bunu nerede kullanacaklarını bilmiyorlar. İşverenler, onların bu söylemleriyle aynı fikirde değil. İşveren onlara, “12-13 saat çalışır mısın? Bunu 1000 TL’ye yapar mısın?” diye soruyor.
- İşveren diyor ki; “Bütün bu dünyanın içinde, ben ancak bu kadar yapabiliyorum onun için böylesine ihtiyacım var.” Genç de diyor ki; “Ben de böyle yapmak, böyle yaşamak istiyorum.” İki taraf da kendi pozisyonlarını gerekçelendirirken haklı ama suçlamada iki taraf da kolaycılığa kaçıyor. Genç, işvereni suçladığında buradan bir pay alamıyor, işveren de genci suçladığında buradan bir şey elde edemiyor.
Çok ama çok kıymetli ve kanımca bir o kadar da doğru tespitler bunlar.
Türkiye’de iş beğenmeme durumu gözlemleniyorsa (-seviye ve yaka bağımsız-) kurumlar dolayısıyla İK departmanları ücret dağılımı ve yan haklar konusunda daha etkin çalışmalar yapabilmeliler. Çünkü insanlar (hatta gençler) daha kolay “hayır” diyebiliyor ve “ben bu koşullarda çalışmak istemem” cümlesini daha kolay telaffuz edebiliyorlar. Bunu bence ukalalık olarak değerlendirmek ve kestirip atmak en kolayı. Ancak bu mevzu sadece kibir veya ukalalık denilemeyecek kadar ciddi ve derin maalesef. Buna da çok şaşırmamak, bu durumda ibreyi kurum olarak kendine çevirmek gerekir. Çünkü iş dünyasında, kurumların belirleyici olduğu bir düzenden, kişilerin(akıl ve yeteneğin) belirleyici olduğu bir düzene doğru evriliyoruz. Kurumlar bunu kabul etmiş ya da etmemiş olsalar dahi…
Siz ne düşünüyorsunuz sevgili okuyucularım ?
Akademisyenlerimizi ise bu değerli çalışma için tebrik ediyorum.
Röportajın tamamına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Yorum Yapılmamış