İnsanı ayakta tutan hep gelecekteki bir yerlerdeki güzel günlere duyduğu inançtır.
Yaşanacak güzel günlerin ümididir.
İnsanı tutan ona sıkıntılara dayanma gücü veren sadece budur.
Bu ilahi nurun sırrıdır.
Başka ne açıklaması olabilir ki?
Şahsen benim için başka bir açıklaması yoktur. Bilen varsa söylesin 🙂
İnsanlara bakıyorum, hep bir şeylerden şikayet edip, mızmızlanıyorlar. Ya işlerinden, ya güçlerinden, ya yoğunluklarından ya çok iş yaptıklarından, şundan bundan…Ama hep bir şeylerden şikayet ediyorlar.
Bilmiyorlar mı acaba, şikayet ettikleri, sızlandıkları o şey veya şeyler ellerinden alındığında ne halde kalabilirler? Yani çok yoğunum diye şikayetlendikleri o “iş”leri bir sabah olmasa ne düşünürler veya ne hissederlerdi?
Ben şikayet etmemeyi hayatla birlikte öğrendim. Bunu tercih etmemeyi seçiyorum bilinçli olarak. Çünkü, insanın elindekilerin kıymetini çok iyi bilmesini son derece önemsiyorum.
Aynı zamanda insanın yaşadığı bu zamana kazık çakmayacağını bilerek yaşama ulviyetine erişebilmesini de aynı derece de önemsiyorum.
Baktığım zaman, geçmişte gereksiz ve şimdilerde anlamsız nitelediğim yerli yersiz hırslara kapıldığımı, acemilikler ettiğimi, zaman zaman da kalp kırmış olabileceğimi görüyorum. Bunu görebildiğim için şükrediyorum Allah’ıma. Nasip edilenlerdir insana algılaması istenen şimdilerde bildiğim…Ama eskiden belki kıymetini yeterince bilmediğim, kendimce bilsem daha yeterince değer vermediğim veya bir şekilde layıkını vermediğim/veremediğim, es geçtiğim her şeyin kıymetini şimdi daha iyi anlıyorum. Bunun için de şükrediyorum.
İnsan elindeki her şeye şikayetlenmeyi bırakıp şükrettiğinde, devamını sağlayabileceğini bilmeli. Keza, şükretmeyip hatta elindekilerin (maddi-manevi) farkında olmadan geçirdiği her zamanın mutlaka bedelini ödemesi kaçınılmaz olacaktır.
Siz siz olun, “ay çok işim var”, “ay çok yoğunum”, “ay şöyle”, “ay böyle” diye habire bir şeylerden, birilerinden veya hayattan şikayet edip durmayın.
Şikayet ediyorsanız da bunun ne kadar “boş” olduğunu anlayın, görün. Şikayet edip, saçma sapan mızmızlandığınız şeylerin aslında ne kadar küçük şeyler olduğu anlayınca, susup kalırsınız vesselam 🙂 Veya şikayetlendiğiniz şeyin, yokluğu ile sınandığınızda neye uğradığınızı şaşırır, apışıp kalırsınız 🙂
Kaldı ki, hayat bizi her daim sınar. Eğer kalbimizde inancımız, yüreğimizde imanımız yoksa elimizde neyimiz olabilir ki? Bize düşen bu hayatta, “İYİ” bir insan, “HAYIRLI” bir kul olarak yaşayabilmektir. Kainatın matematiği, hikmet matematiğidir. Ve okullarda öğrendiğimiz bu değildir. Bunu hayatta, bizzat kendimiz yaşayarak öğreniriz. Eğer nasip edilmiş ise…
Bu Allah’ın ilminde ilerleyebilmektir. Bu “ruh” feyzinde ledün ilim ile, tüm yaşananların batıni yönünü algılamaya açık olmak demektir. Kanımca bu bir nasip işidir. Yani buna layık olmak gerekir. Bu bahsettiğimiz kadim üstadların veya ermişlerin bu hale layık olmak için geçirdikleri yolculuklardır diye düşünebiliriz. Ve ben bu hale “layık” olmayı çok önemsiyorum. Keza Allah bunu yani kalp gözü ile gerçekten hikmetle yaşayabilmeyi dilediğine ve onu isteyeneverir. Dolayısıyla hem bu yolda bunu istemek hem de nasip edilene layık olmak gerekir.
Allah hepimize onun hikmetli ledün ilminden faydalanabilmeyi nasip etsin. Ve şükürler olsun….
“Akıl sınırlıdır. Onunla erilmez. Her şey Resulullah’ın “ruh” feyzine tutunmaktan ibarettir.
Ben ona yapıştım ve kurtuldum”
(İmam Gazali)
NOT: Ruhsal Zeka (SQ) ve Liderliği birleştirdiğim kitabım “RUH”UNLA DÜŞÜN ilginizi çekebilir 🙂
Yorum Yapılmamış